Toplu Sözleşme: Sendikalar ve Emek Mücadelesinin Yönü!
Gündem

Toplu Sözleşme: Sendikalar ve Emek Mücadelesinin Yönü!


24 June 20255 dk okuma17 görüntülenmeSon güncelleme: 27 June 2025

Türkiye'de emek mücadelesinin geleceği, yaklaşan toplu sözleşme dönemi ve sendikaların rolü kritik bir öneme sahip. Örgütlü, caydırıcı ve kitlesel bir mücadelenin emek hareketinin en büyük gücü olduğu yadsınamaz bir gerçek. Ancak uzun süredir bu konuda yaşanan kısır döngü, işçilerin hak arayışlarını zorlaştırmaktadır. İzmir'deki belediye işçilerinin iş bırakma eylemi, örgütlü işçi sınıfının patronlar ve iktidarlar üzerindeki etkisini bir kez daha gösterdi.

Sendikal Mücadelede Karşılaşılan Zorluklar

İşçilerin taleplerinde ısrarcı ve eylemlerinde kararlı olduğu durumlarda, bu direnişi gölgelemek ve itibarsızlaştırmak için sendika yöneticileri hedef alınmaktadır. Bu karalama kampanyalarının amacı, işçileri yalnızlaştırmak, eylemleri kriminalize etmek ve halkın desteğini kesmektir. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı'nın işten çıkarma tehdidi, örgütlü emeğe karşı bir savaş ilanıdır ve kamu hizmetlerine, halkın kolektif çıkarlarına yöneliktir. Bu tehditlere karşı en güçlü yanıt, işçilerin halkla omuz omuza vereceği birleşik bir mücadeledir.

Benzer tehlikeler memurlar için de geçerlidir. Yaklaşan toplu sözleşme süreci, kamu emekçileri açısından sadece bir ücret pazarlığı değil, kamusal alanın, kamu hizmetlerinin ve emeğin geleceği açısından belirleyici bir dönemeçtir. Ne yazık ki, sendikal alan yıllardır rantın ve bürokrasinin hâkimiyetine terk edilmiş, mücadeleci hat yerine masabaşı uzlaşmaların ve üyelik yarışlarının alanı haline gelmiştir. Bu sendikacılık anlayışı, emeğin değil iktidarların ve işverenlerin ihtiyaçlarına göre şekillenmiş bir yapıdır. Bunun bedelini ise sadece işçiler ve memurlar değil, halkın kendisi ödemektedir.

Türkiye'de emekçilerin karşı karşıya kaldığı tablo sadece düşük ücretler, güvencesizlik ya da özlük haklarının gaspı değildir. Emekçilerin talepleri siyasal bir bağlamda bastırılmakta, ifade ve örgütlenme özgürlükleri kısıtlanmaktadır. Demokrasi sorunu, doğrudan doğruya emekçilerin örgütlenme ve mücadele alanlarını daraltmakta, hak arama yollarını tıkamaktadır. Bu durum, emek mücadelesini salt ekonomik değil, aynı zamanda demokratik bir mücadeleye de dönüştürmektedir.

Emek Mücadelesinin Uluslararası Boyutu

Emekçiler sadece kendi işyerlerinde değil, uluslararası düzlemde yaşanan gelişmelerin de bedelini ödemektedir. Ortadoğu’da süregelen savaşlar ve bölgesel istikrarsızlık, Türkiye açısından hem ekonomik hem siyasal açıdan ciddi riskler barındırmaktadır. Artan askeri harcamalar ve güvenlikçi politikalar, toplumsal kaynakların savaşa tahsis edilmesine neden olmakta; sağlık, eğitim, barınma gibi temel kamu hizmetleri geri plana atılmaktadır. Bunun faturasını da en ağır biçimde yoksullar ve emekçiler ödemektedir. Barışçıl olmayan dış politika anlayışı, içeride militarizmin, otoriterliğin ve kutuplaşmanın zemini hâline gelirken; bu durum doğrudan işçilerin grev hakkına, memurların örgütlenme özgürlüğüne, halkın bilgi edinme ve ifade etme hakkına saldırı olarak geri dönmektedir.

Türkiye’de kamu hizmetleri sağlıkta “şehir hastaneleriyle, eğitimde özel okul teşvikleriyle, yerel yönetimlerde şirketleştirme yoluyla adım adım piyasaya devredilmektedir. Kamu, adım adım sermayeye peşkeş çekilirken sendikaların asli görevi bu saldırılara karşı emekçilerin kolektif gücünü savaşa ve sömürüye karşı, halktan yana örgütlemektir. Üyelik sayısını artırmak değil, sınıfsal ve toplumsal alanın gücünü büyütmektir. Toplu sözleşme dönemlerinde kapalı kapılar ardında pazarlık yapmak değil, alanları doldurmak, kamuoyunu bilgilendirmek bütçede halkın yararına olmayacak herşeyi deşifre etmek halkın lehine muhalefet hattı örmek ve buna paralel halkın örgütlü gücünü açığa çıkarmaktır.

Sonuç: Birleşik Mücadele Zorunluluğu

Emekçilerin ve halkın ortak mücadelesi, sadece zam oranlarına, fazla mesaiden sayılmayan saatlere, taşeron tehdidine karşı değil; aynı zamanda savaş politikalarına, antidemokratik uygulamalara ve kamusal alanın tasfiyesine karşı da bir direnç hattı kurmak olmalıdır. Bu nedenle memur ya da işçi fark etmeksizin, tüm emekçiler bu mücadeleyi hem ekonomik hem siyasal bir sorumluluk olarak görmelidir. Barışa da, demokrasiye de, insanca bir yaşama da ancak birleşik bir mücadeleyle ulaşılabileceği gerçeği bilince çıkarılmalıdır.

Bu çerçevede, emek mücadelesini demokrasi mücadelesinden, demokrasiyi barış mücadelesinden ayırmadan, barışı da sadece çatışmasızlık olarak görmeyip toplumsal yaşamın her alanının en önemli öğesi olarak değerlendirmek ve bu değerleri içine alan toplumsal bir mücadele hattını örmek gerekmektedir. Barış, adalet, eşitlik ve özgürlük içinde bir yaşamın olmazsa olmazıdır. Demokrasi ise sadece sandık değil; grev hakkı, örgütlenme özgürlüğü ve halkın yönetime katılması demektir. Bu talepler etrafında her geçen gün daha çok önem kazanan emek mücadelesi ve örgütlenme, kapitalizmin oluşturduğu sömürü hattına karşı büyüyen bir ihtiyaçtır.

İşçi ve memurları temsil eden sendikaların görevi yalnızca ücret pazarlığı yapmak değil; halkın geleceğine de sahip çıkmaktır. Bu nedenle barış, demokrasi ve emek mücadelesi için toplumun bütün dinamiklerini içine alan birleşik bir mücadele ertelenemez bir zorunluluktur.